Sevilen yazar Gürsel Korat, konusu Kapadokya’da geçen romanlarına bir yenisini daha ekledi. “Unutkan Ayna”, 1915 Ermeni Tehcirini konu alıyor ve Nevşehir’de geçiyor. Korat, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan 280 sayfalık romanını, yönetmen Ezel Akay ile birlikte bir senaryo çalışması için yaptıkları Kapadokya gezisi sırasında ziyaret ettikleri Ürgüp Cemil köyündeki kiliseden esinlenerek yazdı.
Gürsel Korat, K24’ten Nermin Yıldırım’a verdiği röportajda bu esinlenme anını şöyle anlatıyor:
“Ürgüp’ün güneyinde Cemil köyünde gördüğümüz bir kilise öreni bütün iç dünyamı alt üst etti. Her şey olduğu gibi duruyordu. Bu bir Rum köyüydü ama köyde kümbet de vardı. İç içe geçmiş insanların tarihi. Kümbet mimarisi de bilir misiniz, Ermeni sanatından gelmedir. Ermenileri düşündüm ve zihnimde bir ışık parladı. Bu bölgede çok az Ermeni vardı ve tehcir burada -Yozgat-Kayseri eksenindeki kadar- arkasında büyük viraneler ve boşluklar bırakan insan sayısına ulaşmamıştı. Beni büyük bir hikâyenin beklediğini Kapadokya’dan döndüğümde biliyordum.”
“Roman tüm insanlığın aklı ve vicdanıyla kurulur”
Röportajda “böyle durumlarda benim gibi ortaya çıkıp da konuşanın etnik menşeini merak etmek pek yaygındır” diyen Korat, konuşmasına şöyle devam ediyor:
“Onlara şöyle söyleyeyim: Merak eden pek çok kişinin şaşıracağı kadar Yozgatlı, Müslüman ve Türk bir ailenin çocuğuyum. Bunu şunun için belirtiyorum: ‘Türk’üm ve milliyetçiyim’ dediğin zaman Ermeni meselesinde kullandığın dil en basitinden ‘onlar da bize yaptı’ olarak biçimleniyor. Oysa roman evrenseldir ve ‘biz’i yoktur. Roman tüm insanlığın aklı ve vicdanıyla kurulur. ‘Kol kırılır, yen içinde kalır’ mantığı romanın işi olamaz. Bu nedenle ben hem siyasal görüşleri ve hem de -alın cümle içinde bir ‘fıtrat’ kullanımı da benden- yazarlık fıtratı gereği nasyonalist değilim. Türküm ve enternasyonalistim. Vatanseverliği de kimseye bırakmam. Çünkü ben Türkçenin bir işçisiyim. Bir insanın ne olduğunu dilinden anlarsın. İnsanın kanına ve kafatasına bakanların dünyaya ne yaptığını düşünmek yeter. Ama dert değil, isteyenle de Türklük yarışına çıkarız. Türkçenin kaşını gözünü yarmadan konuşamayan ama herkesin kanından şüphe ederek dolaşan uğrular hezeyana kapıldığı için susmak zorunda değiliz. Hoş onların hezeyanı da nedir derseniz, büyüklük hezeyanıdır. Tarihimizin büyüklüğünden gelen değerleri, köylüce bir böbürlenmeyle yıkıcılığa vardıran cahilliğin hotzotçuluğudur.”
“Annemin anlattığı şeyleri görsem bu kadar derinden anlatamazdım”
Korat, kişisel web sitesinde romanla ilgili olarak şunları yazdı:
“Geciktiren aynalardan Borges söz etmişti. Ben unutkan aynalardan söz edeceğim.
Öyle bir unutuş ki, her şey gözümüzün önüne gelecek. Ben öyle yapacağım öykümü.
Gerçi ‘yaptım’ demem daha doğru artık.
Önce sözleri yazdım, yazdığım sözleri söyledim, sonra bir daha yazdım. Zaman geçti, yazdıklarımı beğenmedim, yeniden yazdım. Düşündüm, bir daha yazdım. Bunun bir sonu olduğunu bilsem daha da yazardım.
Metni tamamladığımda şunu anladım: Büyüklerimden öğrendiğim dili içimde döndüre döndüre yazıyorum ben. Bir de dinlediğim öyküleri kılcal damarlarına kadar ayırıyorum. Annemin anlattığı şeyleri görsem bu kadar derinden anlatamazdım. Görmediklerimi, bildiğim yerlerde yazdım.
Hindistan'da üç yıl esir kampında tutulan, savaş gazisi dedemin lakabı ‘Delisolak’tır. Onun solak torunu olarak yazdım. Yozgatlı akrabalarımdan, eşten dosttan dinlediklerimi düşündüm, Çandır'ın kuzeyindeki İğdeli'de gördüğüm okul binasının önünde bunları anımsadım, sonra satırla adam kesilen kanlı pınarların başında, söğütlerin dibinde oturdum, öyle yazdım. Develi'de dağları aşarak, Felahiye'de ırmak sularına bakıp coşarak, Erkilet'te Erciyes'e bakıp şaşarak yazdım.
Nefes nefese koştum yazdıklarımın peşinden. Anlattıklarımın hepsinin acısını çektim, sevincini kendimden ekledim.
Unutkan Ayna'yı eline alanlar da anlatıcının yaptığı gibi koşup duracaklar; onları ne etkiler bilinmez ama dilerim atın boyunduruğuna astığım fener gözlerini kamaştırır.
Geciktiren aynalar birbirini izleyen, eş zamanlı hareket edemeyen görüntüleri aklımıza getirdiği için çok heyecan vericiydi. Unutkan aynalar, bir görüntünün kaynağından çok uzaklarda ve çok sonraki zamanlarda belirmesi anlamına geldiği için heyecan verir mi bilmem ama benim zaman konusunda söylediğim sözün sırlanmış halidir. Bu romanımda zamanın aklımı kurcalama biçiminin ne olduğunu, bir soran olursa, böyle açıklayabilirim.”
"Bir olay yazılınca zaman kaybolur ve canlanmak için okuyanın bakışını bekler..."
Kitabın tanıtım bülteninde ise şöyle yazıldı:
“12 Haziran 1915 günü Nevşehir'de, bir bozkır sabahı: İğde kokuları içindeyiz, serinlikten ürpererek gözlerimizi ovuşturuyoruz. Yaşam olağan akışındadır, ölüm bu dünyaya yakışmaz görünmektedir. Oysa her şey koşup gelecek birazdan. On gün içinde devran değişecek. Hiç kimse o sabahtan sonra eskisi gibi olamayacak.
Gürsel Korat Unutkan Ayna'da insanlığın soluğunu tuttuğu ve bakışlarını Anadolu'ya diktiği bir zaman parçasını anlatıyor: “Unutmanın” bazen “her şeyi eksiksiz görmek” anlamına geldiğini söyler gibi.
"Bana bak" dedi Mayreni, iyice kızmıştı, “Önümüzde kaç gün var, onu bile bilmiyoruz. Belki mezarımız bile olmayacak. Belki bu çocuklar birbirinden muradını alamayacak.” Mayreni'nin gözleri, ne söylediğini o an anlamış birinin şaşkınlığıyla doldu, yüzü dehşetle gerildi, sesi giderek boğuklaştı: “Belki en sevdiklerimizin ölüsünü elimize alacağız.”
Romandan bir bölüm
“Sabah serinliği hâlâ saçakların altında. Nevşehir pazarı iyice canlandı. Tahmis Caddesi’nden Hükümet Caddesi’ne doğru arabalar geçiyor, esnaf işine dalmış...”
Romandan yukarıdaki cümlelerle başlayan bir bölümü K24’te okuyabilirsiniz.